ŞEKER GURME
Bir gün,bir
zamanlar, bir çocuk, daha yeni yeni yürümeye, yeni yeni konuşmaya başlamış,
annesiyle birlikte her yere gidermiş, herkes onu severmiş, biraz aptal saptal
bulurlarmış, emsallerine göre, doğru dürüst konuşamaz, yürüyemezmiş, yürürken
sallanırmış, ikide bir düşermiş, ağzından salyalar akarmış, ama yiyeceklerin
her türlüsünü denermiş, beğenmediklerini ise asla yemezmiş, onun için çiğ veya
pişmiş fark etmezmiş.
Günlerden
bir gün annesiyle Salı Pazarına çıkmış. Ancak tutmak ne mümkün bütün sebzeye meyveye
elliyor, mutlaka tatlarına bakıyormuş, beğendiklerine hımmm diyip başını
onaylar şekilde sallıyormuş, beğenmediklerine ise bağırarak ahaaahahaha diye
sesler çıkarıp başını iki yana sallıyormuş.

Pazarcılar
da tanır olmuş, eyvah geliyor diyenler olduğu gibi aha bizim afacan Şeker kızımız
geliyor deyip onu beklerlermiş, eğer sattıklarını beğenirse bayram ederler,
artık müşterilerden de şikayet gelmeyeceği için gönül rahatlığıyla mallarını
satarlarmış.
Tabii
ki bir süre sonra satıcılar olduğu gibi alıcılar da bunu öğrenmişler ve Şeker’i
beklemeye başlamışlar. O gelince herkes peşine düşer, onun beğendiklerini
alırlar, beğenmediklerini almazlarmış.
Hal
böyle olunca; Şeker’in beğenmediği sebze ve meyve satıcıları mallarını satamaz
olmuş. Bir bir iflas etmeye başlamışlar, kimisi de iyiden iyiye Şekere kin
beslemeye başlamış, artık onu pazarda görmek istemiyoruz, ona zarar vereceğiz
demeye başlamışlar. Çünkü ekmeğimize mani oluyor, onun yüzünden çoluk çocuğumuz
perişan oldu demişler.
Bunu
duyan Şeker’in ailesi de çok üzülmüş, kızının bu yeteneğini göstermesi hoş
karşılandığı gibi hoş karşılanmayacağı da annesinin aklına gelmemiş. Kızına da
zarar gelmesin diye de onu artık pazara götürmemeye karar vermiş. Ancak aldığı
sebze ve meyveler de yenmiyormuş.

Halk ve
pazarcılar en sonunda Şeker’in kapısına dayanmışlar. Ailesi ile konuşup buna
bir hal çaresi bulalım demişler. Bir fikir jimnastiği yapmışlar ve neticede
Şeker’in beğendiği sebze ve meyvelerin
tohumundan alıp, artık bu sebze ve meyveleri yetiştirmeye karar vermişler.
Böylece satıcılar da memnun kalacağı gibi, hem de ağız tadıyla yenen meyve
yetiştirilecek ve alanlar da ağız tadıyla yiyebileceklermiş.
Şekerin
çok beğendiği meyve sebzeler bir bir tespit edilip ekilmeye dikilmeye
başlanmış, bir süre sonra bütün şehir halkı ağız tadıyla meyve, sebze yemeğe
başlamışlar.
Yurtta
duyulur da dünyada duyulmaz mı? Meraklılar, bu işin uzmanları, gurmeler şehre
akın etmeye başlamış. Meyve sebzeleri kontrol ettikleri gibi Şeker’le de
görüşmek, tanışmak istemişler, ama karşılarında sadece mmmm, aahahaha diye sesler çıkaran küçük bir kız
çocuğu görünce şaşırmışlar. Adeta kamyon çarpmışa dönmüşler, birbirlerine bakıp
bakıp nasıl olur? diye söylenmişler.
Memleketlerine
döndüklerinde bunu her yerde anlatmışlar, artık Şeker’in yaptıkları
uluslararası platformda konuşulur hale gelmiş ve bunu nasıl becerdiği ile
ilgili ilmi çalışma yapmaya karar vermişler. Ailesinin de izni de alınarak bir
Uzman Ekip oluşturmuşlar ve Türkiye’ye göndermişler. Bu ekip doktorlar, psikiyatrlar ile bitki, botanik, tarım, ziraat alanında uzman ekipten
oluşuyormuş, bir de aralarına tat alma konusunda uzman iki gurme katılmış.
Özellikle
sebze ve meyveleri tadarak bunun ağız tadına uygun olduğunu bir kerede, bir
ısırışta anlamasına özellikle gurmeler çok şaşırmış. En uzmanları bile bu kadar
başarılı değilmiş, yiyeceği birkaç defa denemesi gerekirken, Şeker bir kerede
isabetli kararlar verebiliyormuş. Bu nedenle maharetinin dilinde olduğuna karar
vermişler, yani dilinin tat alma duyusunun iki kat daha fazla gelişmiş olduğuna
kanaat getirilmiş, onun için bir takım testler yapılmış, filmler çekilmiş.
Neticede
dilinin özel bir sıvı salgıladığı, konuşamamasına da neden olduğu, dilinin
konuşmak için ağız içinde dönmediği, sadece tat almaya konsantre şekilde sabit
olduğuna karar vermişler.
Bunu
duyan Şeker’in ailesi de konuşamamasının sebebini öğrendikleri için
sevinmişler, özellikle konuşmasını istemişler ve dilinin dönmesini,
sabitliğinin düzeltilmesini istemişler. Uzmanlar da yalnız bu konuşma olayı
için dile yapılacak müdahalenin onun tat alma duyusunun körelebileceğini, ya da
bugünkü durumundan en azından azalacağını ifade etmişler. Ailesi de üzülerek de
olsa buna evet demek zorunda kalmışlar. Çünkü çocuklarının ilerisi için
konuşmasını, kendisini ifade etmesini, dilsiz gibi olmaması için öncelikle
konuşma yetisinin kazandırılmasını istemişler.

Bir
zamanlar Şeker’in mmmmm aahaha sesleriyle inleyen pazarlar artık sessizliğe
bürünmüş, eskiye dönülmüş, herkes kendisine uyanı almış, uymayanı almamış. Ağız
tadıyla yediği gibi, yiyemediği de olmuş ama yine bir süre sonra buna da
alışmışlar.
Yani
insan oğlu her duruma kolaylıkla alışan bir yapıya sahipmiş, iyiyi güzeli
bulursa ona doğru meyleder, bulamazsa da kaderine razı olurmuş. Bu bunun en
güzel ispatı gibi bir şey olmuş.
Şeker
küçücük bir çocukken efsane olmuş, büyüdükçe ise kaybolmuş, evinin kadını
olmuş, kocasının eşi, çocuklarının annesi, kendi işinin de hanımı olmuş, bir
zamanlar dünyanın tanıdığı birisi iken birden bire birkaç arkadaş ve akrabası
dışında etrafında insan bile kalmamış, ama o yine de mutluymuş.

Düşündükçe
karar vermiş ki iyi ki böyle olmuş, iyi ki konuşmam seçilmiş, kendimi ifade
edebilmek kadar güzel bir şey mi var, çocuklarıma da öğretebiliyorum.
İnsanlarla ilişki kurabiliyorum. Sevincimi ve hüznümü anlatabiliyorum demiş.
Hayat
içinde bazen ince çizgiler, bazen kalın çizgiler olur. Bu çizgiler bize
hayatımız için önemli kararlar vermemiz gereken anları işaret ederler. Doğru
kararlar bizi doğru yönlendirir, hayatımız daha yaşanası bir hayat olur. Yanlış
kararlar ise yanlış yönlendirir ve hayatımızı çekilmez yapar.
Kararlarımız
bir takım fedakarlıkları da beraberinde getirir. Yani konuşabilmek için
dünyanın bir numaralı gurmesi olma fikrinden vazgeçmek. Gerçi burada
fedakarlığı sizin adınıza aileniz yapıyor ama hemen hemen aynı şeyler. Sizi
düşünerek sizce akılcı kararlar alıyorlar. Bu kararlar da fedakarlık
gerektiriyor.
27 MART 2019
HASAN K.
