31 Mart 2019 Pazar

ŞEKER GURME, KISA HİKAYE


ŞEKER GURME


Bir gün,bir zamanlar, bir çocuk, daha yeni yeni yürümeye, yeni yeni konuşmaya başlamış, annesiyle birlikte her yere gidermiş, herkes onu severmiş, biraz aptal saptal bulurlarmış, emsallerine göre, doğru dürüst konuşamaz, yürüyemezmiş, yürürken sallanırmış, ikide bir düşermiş, ağzından salyalar akarmış, ama yiyeceklerin her türlüsünü denermiş, beğenmediklerini ise asla yemezmiş, onun için çiğ veya pişmiş fark etmezmiş.
Günlerden bir gün annesiyle Salı Pazarına çıkmış. Ancak tutmak ne mümkün bütün sebzeye meyveye elliyor, mutlaka tatlarına bakıyormuş, beğendiklerine hımmm diyip başını onaylar şekilde sallıyormuş, beğenmediklerine ise bağırarak ahaaahahaha diye sesler çıkarıp başını iki yana sallıyormuş.
Gel zaman git zaman annesi bunun bu huylarına alışmış, artık onun beğendiklerini alıyormuş ve aldığı her sebze ve meyve mutlaka çok iyi çıkıyormuş, tadından yenmiyormuş. Artık annesi onsuz alışverişe çıkmıyormuş.
Pazarcılar da tanır olmuş, eyvah geliyor diyenler olduğu gibi aha bizim afacan Şeker kızımız geliyor deyip onu beklerlermiş, eğer sattıklarını beğenirse bayram ederler, artık müşterilerden de şikayet gelmeyeceği için gönül rahatlığıyla mallarını satarlarmış.
Tabii ki bir süre sonra satıcılar olduğu gibi alıcılar da bunu öğrenmişler ve Şeker’i beklemeye başlamışlar. O gelince herkes peşine düşer, onun beğendiklerini alırlar, beğenmediklerini almazlarmış.
Hal böyle olunca; Şeker’in beğenmediği sebze ve meyve satıcıları mallarını satamaz olmuş. Bir bir iflas etmeye başlamışlar, kimisi de iyiden iyiye Şekere kin beslemeye başlamış, artık onu pazarda görmek istemiyoruz, ona zarar vereceğiz demeye başlamışlar. Çünkü ekmeğimize mani oluyor, onun yüzünden çoluk çocuğumuz perişan oldu demişler.
Bunu duyan Şeker’in ailesi de çok üzülmüş, kızının bu yeteneğini göstermesi hoş karşılandığı gibi hoş karşılanmayacağı da annesinin aklına gelmemiş. Kızına da zarar gelmesin diye de onu artık pazara götürmemeye karar vermiş. Ancak aldığı sebze ve meyveler de yenmiyormuş. 
Bir süre böyle devam etmiş ama kimse memnun değilmiş, pazarda alışveriş yapanların sayısı da gözle görülür biçimde azalmış. Öyle olunca da pazarcılar da rahatsız olmaya başlamışlar.
Halk ve pazarcılar en sonunda Şeker’in kapısına dayanmışlar. Ailesi ile konuşup buna bir hal çaresi bulalım demişler. Bir fikir jimnastiği yapmışlar ve neticede Şeker’in  beğendiği sebze ve meyvelerin tohumundan alıp, artık bu sebze ve meyveleri yetiştirmeye karar vermişler. Böylece satıcılar da memnun kalacağı gibi, hem de ağız tadıyla yenen meyve yetiştirilecek ve alanlar da ağız tadıyla yiyebileceklermiş.
Şekerin çok beğendiği meyve sebzeler bir bir tespit edilip ekilmeye dikilmeye başlanmış, bir süre sonra bütün şehir halkı ağız tadıyla meyve, sebze yemeğe başlamışlar.
Bu olay tüm yurda yayılmış, duyanlar şehre akın etmişler, oteller dolmuş, alışveriş bollaşmış, çiftçi ve esnaf bol para kazanmış, tabii ki tohumlar da tüm yurda yayılmış, Şeker sayesinde artık herkes ağız tadıyla meyve sebze yer olmuş. Adı namı tüm yurda yayılmış, kendisine Şeker Gurme lakabı takılmış.
Yurtta duyulur da dünyada duyulmaz mı? Meraklılar, bu işin uzmanları, gurmeler şehre akın etmeye başlamış. Meyve sebzeleri kontrol ettikleri gibi Şeker’le de görüşmek, tanışmak istemişler, ama karşılarında sadece mmmm,  aahahaha diye sesler çıkaran küçük bir kız çocuğu görünce şaşırmışlar. Adeta kamyon çarpmışa dönmüşler, birbirlerine bakıp bakıp nasıl olur? diye söylenmişler.


Memleketlerine döndüklerinde bunu her yerde anlatmışlar, artık Şeker’in yaptıkları uluslararası platformda konuşulur hale gelmiş ve bunu nasıl becerdiği ile ilgili ilmi çalışma yapmaya karar vermişler. Ailesinin de izni de alınarak bir Uzman Ekip oluşturmuşlar ve Türkiye’ye göndermişler. Bu ekip doktorlar, psikiyatrlar ile bitki, botanik, tarım, ziraat alanında uzman ekipten oluşuyormuş, bir de aralarına tat alma konusunda uzman iki gurme katılmış.
Özellikle sebze ve meyveleri tadarak bunun ağız tadına uygun olduğunu bir kerede, bir ısırışta anlamasına özellikle gurmeler çok şaşırmış. En uzmanları bile bu kadar başarılı değilmiş, yiyeceği birkaç defa denemesi gerekirken, Şeker bir kerede isabetli kararlar verebiliyormuş. Bu nedenle maharetinin dilinde olduğuna karar vermişler, yani dilinin tat alma duyusunun iki kat daha fazla gelişmiş olduğuna kanaat getirilmiş, onun için bir takım testler yapılmış, filmler çekilmiş.

Neticede dilinin özel bir sıvı salgıladığı, konuşamamasına da neden olduğu, dilinin konuşmak için ağız içinde dönmediği, sadece tat almaya konsantre şekilde sabit olduğuna karar vermişler.
Bunu duyan Şeker’in ailesi de konuşamamasının sebebini öğrendikleri için sevinmişler, özellikle konuşmasını istemişler ve dilinin dönmesini, sabitliğinin düzeltilmesini istemişler. Uzmanlar da yalnız bu konuşma olayı için dile yapılacak müdahalenin onun tat alma duyusunun körelebileceğini, ya da bugünkü durumundan en azından azalacağını ifade etmişler. Ailesi de üzülerek de olsa buna evet demek zorunda kalmışlar. Çünkü çocuklarının ilerisi için konuşmasını, kendisini ifade etmesini, dilsiz gibi olmaması için öncelikle konuşma yetisinin kazandırılmasını istemişler.
En ünlü uzmanlar tarafından bir operasyon gerçekleştirilmiş ve Şeker’in dili konuşma için uygun hale getirilmiş, artık bülbül gibi şakıyormuş, şarkılar söylüyor, sazlar çalıyormuş ama artık eskisi gibi meyve ve sebzelerin iyisinden, ağız tadına uygunluğundan anlamamaya başlamış, bu da gittikçe kaybolmuş.
Bir zamanlar Şeker’in mmmmm aahaha sesleriyle inleyen pazarlar artık sessizliğe bürünmüş, eskiye dönülmüş, herkes kendisine uyanı almış, uymayanı almamış. Ağız tadıyla yediği gibi, yiyemediği de olmuş ama yine bir süre sonra buna da alışmışlar.
Yani insan oğlu her duruma kolaylıkla alışan bir yapıya sahipmiş, iyiyi güzeli bulursa ona doğru meyleder, bulamazsa da kaderine razı olurmuş. Bu bunun en güzel ispatı gibi bir şey olmuş.
Şeker küçücük bir çocukken efsane olmuş, büyüdükçe ise kaybolmuş, evinin kadını olmuş, kocasının eşi, çocuklarının annesi, kendi işinin de hanımı olmuş, bir zamanlar dünyanın tanıdığı birisi iken birden bire birkaç arkadaş ve akrabası dışında etrafında insan bile kalmamış, ama o yine de mutluymuş. 
Hayat böyle bir şeymiş işte. Bir gün zirvedesin, bir gün diplerde. Acaba Şeker’in ailesi konuşmamasını tercih edip de onun dünyanın en iyi gurmesi olmasına müsaade etselermiş ne olurmuş? Bir çok kere bunu düşünmüşler, Şeker de büyüyüp de bunlar anlatıldığında acaba mı demiş bir çok kez. Ama her şeyde bir hayır vardır demiş kendi kendine. Kendini teselli etmiş. Tat alacaktım ama konuşamayacaktım. Şimdi ise en azından kendime kadar ağzımın tadı var. Üstelik çok şükür konuşuyorum.
Düşündükçe karar vermiş ki iyi ki böyle olmuş, iyi ki konuşmam seçilmiş, kendimi ifade edebilmek kadar güzel bir şey mi var, çocuklarıma da öğretebiliyorum. İnsanlarla ilişki kurabiliyorum. Sevincimi ve hüznümü anlatabiliyorum demiş.
Kıssadan Hisse;
Hayat içinde bazen ince çizgiler, bazen kalın çizgiler olur. Bu çizgiler bize hayatımız için önemli kararlar vermemiz gereken anları işaret ederler. Doğru kararlar bizi doğru yönlendirir, hayatımız daha yaşanası bir hayat olur. Yanlış kararlar ise yanlış yönlendirir ve hayatımızı çekilmez yapar.
Kararlarımız bir takım fedakarlıkları da beraberinde getirir. Yani konuşabilmek için dünyanın bir numaralı gurmesi olma fikrinden vazgeçmek. Gerçi burada fedakarlığı sizin adınıza aileniz yapıyor ama hemen hemen aynı şeyler. Sizi düşünerek sizce akılcı kararlar alıyorlar. Bu kararlar da fedakarlık gerektiriyor.

NOT : Gerçeklerle bir ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.

27 MART 2019          HASAN K.
 














30 Mart 2019 Cumartesi

PRENS İLE SARAY HANIMI, MASAL


PRENS İLE SARAY HANIMI


Çok eski zamanlarda ülkelerden bir ülkenin bir Prensi varmış. Bu Prens hizmetçiden doğma imiş ama enine boyuna, bileği bükülmez, sözü kesilmez, savaşçı mı savaşçı, adil mi adil, bilgili mi bilgiliymiş. Adı da Lagün’müş.
Günlerden bir gün  babaları Kral ölmüş, abisi Prens Yuncan Kral olmuş, fakat daha önce krallık yapmış olan amcalarının oğlunun da krallıkta gözü varmış, karda yürür izini belli etmezmiş, çok da sinsi birisiymiş. Aklı yerine kılıcını çalıştırır, kasap gibi adam doğrar imiş, kan severmiş, insan sevmezmiş, adalet duygusu yok, vicdanı hiç yokmuş. Gözü dönmüş biriymiş. Aklı fikri kral olmakta, krallıktaki kral başta olmak üzere, Veliaht Prensi de onların etrafındakilerini de öldürmekmiş. Onun adı da Litan’mış.
Bir gün haince bir plan yapmış ve bunu uygulamaya koymak için de cariyesinden yardım istemiş. Demiş ki, bana öyle birisini bul ki bu planı uygulamak için şu iftiraları atayım ve bunu şehrin her yanına yayayım demiş. Cariye Bokdan da şehrin dilenciler kralı Dalmon’un çocukluk aşkıymış. Buna güvenerek Dalmon’un kapısını çalmış. Dalmon’dan yardım istemiş. Şu ana kadar sürekli Prens Lagün’ün tarafında olan Dalmon çocukluk aşkını kıramamış ve Prens Litan’a yardım etmeye karar vermiş. Şehrin her tarafına dilencileri vasıtasıyla el ilanları dağıtmış ve bu el ilanları ile Prens Lagün’ün ölen Kralın oğlu olmadığını yaymış. Prens Litan’da bir dilekçe yazdırarak Prens Lagün’ün tahta çıkmak için ihanet planları yaptığını bildirmiş.
Bunun üzerine Kral Yuncan Prens Lagün’ü tutuklatmış. Bana karşı nasıl hain planlar yaparsın diye de haşlamış. Seni yargılayacağım. Suçlu görülürsen seni asacağım demiş. Güya ondan hiç böyle bir şey beklemezmiş, çok alınmışmış. Çok sinirlenmiş ve kızgınlığından sarayın tavanları ve tabanları erimişmiş.
Hemen bir soruşturma açılmasını emir buyurmuş ve soruşturmanın başına da eski hain müfettişlerden Başmüfettiş Bunco’yu getirmiş. Müfettiş Bunco hainlikte sınır tanımayan, gözü kara, arkadan iş çevirmeyi, plan yapmayı, iftira atmayı ve birilerine kazık atmayı çok seven biriymiş. Hemen Prens Lagün’e yakın iki arkadaşını tutuklamış ve evlerine de zehir koydurtmuş, onu da bulmuş gibi yapmış. Bakın demiş kralı zehirlemek için plan yapıyorlardı. Prensin işbirlikçisi bunlar demiş. Kral küplere binmiş. Daha da hırslanmış.
Fakat bu hain planları haber alan Prens Lagün’ün arkadaşı Müfettiş Efendi Munsu harekete geçmiş. Önce Dalmon’a gidip bu olanlardan haberin var mı demiş, o da bildiği halde haberim yok demiş. Öyle olunca emrindeki Müfettişler Candar ile Bong’dan bu konu hakkında bilgi toplamalarını istemiş. Onlar da Başmüfettişin soruşturmalarda rapor değiştirdiğini bulmuşlar ve Dalmon’un da şehrin her tarafına el ilanı dağıttığını rapor etmişler. Bunun üzerine Efendi Munsu bu el ilanlarını alıp Prens Lagün’e göstermiş, Prens Lagün Dalmon’un ona nasıl ihanet ettiğine şaşırmış. Güya Dalmon daha sonra hatasını anlayıp erenler gibi ermiş ve birden evliya olmuş, aksakal takmış; Ey Veliaht bunların hepsi düzmece bunları yapan Prens Litan haberin olsun demişmiş. Prens Lagün’de “Yapma yav öylemiiii hiç bilmiyordum. Peki neden adam genel evde içki içiyor dediydin” deyince “Yav o gün kafam iyiydi,  bir de eski çocukluk aşkımı gördüm, çarpılmışım, bak gözlerim şaşı, kaşlarım ayrıldı, bitişikti, saçlarıma ak düştü. gerçekten çarpılmışım yani böyleyken böyle demiş.”
Hemen Prens Lagün durumu krala arzetmiş. Kral’da;
“Aaaaa öylemiymiş, vah vah yanlış anlamışım yav. Demek bizim tatlı prensimiz Litan yazmış dilekçeyi ha. İyi iyi bir daha lazım olursa bizde ona yazdıralım dilekçeleri. Çok beğendim dilekçe yazışını, az kalsın beni kandırıyordu. Seni de suçsuz yere öldürüyordum. Neyse o yine cariyeyle dolaşsın, genel evde içsin, o insan kaçakçısı ile planlar yapsın. Bırakın zahir gariban yav. Ellemeyin. Arada bir canı sıkılınca birkaç kişiyi öldürsün. Zaten COSUN ülkesi ne ki, bir evleklik yer. Ne kadar adam öldürürse ÇİN’den o kadar adam ithal ederiz. Ona herşey serbest. Aman ha Prens Lagün sen dikkat et, sakın ola imzasız da olsa mektup filan getirme, yırt,yak dilekçeleri, daha kalem elindeyken imha ettir. Yoksa yakarım seni.” demiş, sonra yaverine dönüp “Ne diyordum ben, Prens Litan’ı i çok severim. Bana oradan bir but kesip getirsin, cüsseme göre iri bir but olsun. Yahni yapın akşama yiyeceğim. Boğazıma düşkünüm. Canım Litanım benim. Sensiz ben ne yaparım. Bir arzusu olursa çekinmesin gelsin, onun için her yol COSUN” demiş.
Fakat hain Başmüfettiş Bunco Prens Lagün’ü yargılatmakta direnmiş, kendini soruşturmada yargıç yaptırtmış. Bu adam kendini kral bile yaptırabilirmiş ama neyse ki kan testine tabi tutuyorlarmış da adamın kanı tutmuyormuş. Yoksa onu da olurmuş. Onun annesi de hizmetçiymiş üstelik. Her şeyi  tutuyor ama kan grubu tutmuyormuş. Kan grubu Kral + olcakmış. Artısı varmış ama Kralı yokmuş kanında.
Hain Başmüfettiş ile hain Prens Litan yargılamada Prens Lagün’ün aklanacağını anlayınca kaçmışlar. Kaçarlarken kurtlar tarafından kapılacaklarmış ki o devirde kurtlar bunlara tenezzül etmemiş, Kaplanlar tarafından kapılmışlar ve dağa kaldırılmışlar. Bunu duyan Cariye Bokdan çocukluk aşkı Dalmon’dan yardım istemiş. Litan’ı Kaplanlar kaptı, sen Aslansın birşey yap, eski aşkımız hatrına demiş. O da, her şey senin için. Artık seni kurtardım, cariye değilsin demiş ve kılıcını çekmiş, Bokdan’ı kaçırmış.
Dalmon muradına ermiş ama peki Prens Lagün ne yapmış. Sevdiği kadın müfettiş Yoji’yi  göremedi diye karalar bağlamışmış, Nerde bu? Kala kala Efendi Munsu’ya kaldım diye içerlemiş, bir de çok yapışkan diye şikayetçi olmuş, Yahu ben Veliaht Prensim, adam bana ikide bir abi mabi diyor sarılıyor filan diyormuş, yani bak sırf bu yüzden kral olasım geliyor, bu adamı astırıcağım diyormuş. Yoji’yi sayıklıyormuş. Ama Yoji yer yarılmış içine girmiş sanki, nerede aradılarsa da bulamamışlar.
Meğerse Yoji gizlice Prense tuzak kuran bu hain Prens Litan ile Başmüfettiş Bunco’nun peşindeymiş, dağlarda saklanıyormuş. Kaplanlarla arkadaşlık kurmuşmuş. O iki haini kaplanlara bu kaçırtmış. Kaplan ininde onları bekliyormuş. Bu ikisini kaplanlar getirince onları bir güzel benzetmiş. Prens Litan’ın yanında taşıdığı bu çok tesirli zehri alıp bunlara içirmiş,
İki hain oracıkta zehirlenerek ölmüşler. Yoji ise cesetlerini alıp saraya getirmiş ve kaplanlar parçalamasın diye zehir içmişler demiş. Kral’da prens Litan’ın ölmesine çok üzülmüşmüş, kala kala kaldık bu çok bilgili, atik, çevik, adil Prens Lagün’e demiş. İşim çok zor artık krallık yapmam da imkansız demiş, Krallıktan feragat etmiş. Gerekçesi de Litan’ın getirdiği butlar mideme oturdu. Yahnisini fazla kaçırmışım ishal oldum. Haram yedim, adil olmadım, taraf tuttum, halt ettim demiş, bu Krallık senin hakkın diyerek Prens Lagün’e Krallığı devredip inzivaya çekilmiş.
Prens Lagün ise Kral olduğu ilk gün emir vermiş ve Efendi Munsu’yu en uzak köye Muhtar olarak göndermiş, gözümün önünden gitsin, bana bulaşmasın, yoksa onu fena yapacağım demiş. Efendi Munsu kendisini Muhtar yapan Krala yine sarılarak, abi abi sağol diyerek, son bir defa yapışkan bir şekilde yılışarak veda etmiş.
Kral’da Yoji’yi saraya getirterek onu çok istediği saraya Saray Hanımı yapmış. Ona Saray Hanımı ne demek bir güzel anlatmış. Masal bu ya; beş kız, beş erkek çocukları olmuş, en küçük oğulları Dandanakan ise babasından sonra kral olmuş. İlk işi bir Saray Hanımı ile evlenmek olmuş. Yani gelenek babadan oğula böyle devam etmiş gitmiş. Artık her genç kızın rüyası Saray Hanımı olmakmış.

NOT : Haechi dizisinden esinlenilmiştir.

29 MART 2019                                   HASAN K.


 














29 Mart 2019 Cuma

BAHAR OLSUN, ŞİİR


BAHAR OLSUN


Bahar olsun ki,
Açsın çiçekler,
Uçsun kelebekler,
Çiçeklere konsun,
Arılar kovanları
Çiçek özüyle doldursun,
Çağlalar,erikler çiçeğe dursun,
Meyve olsun.
Açmış sümbüller,
Göz açıp kapayıncaya kadar solsun,
Zamanını doldursun.
Açsın Erguvanlar,
Yerlerine konsun.
Papatyalar etrafa hakim olsun.
Salıncaklar kurulsun,
Ateşler yakılsın,
Mangalcılar bulunsun,
Piknik sepetimiz elimizde
Kırlara koşturulsun.
Termoslarda çaylar,
Soğutucularda gazozlar,
Cebimizde çerez, fındık, fıstıklar,
İllede top oynayacağız,
Haydi voleybolcular, futbolcular.
Bahar olsun ki,
Yeşersin tarlalar,
Filizlensin tohumlar,
Kaplasın her yanı
Gelincikler, yemyeşil çimenler, otlar,
Mis gibi kokan şebboylar,
Şarkı söyleyen kuşlar.
Bahar olsun ki,
Gözümüz, gönlümüz açılsın,
İnsanlar sokaklara çıksın,
Sevenler birbirine kapılsın,
Kalpleri pır pır atsın,
Etrafa sevgi sözcükleri saçılsın,
Küsler barışsın,
El ele, göz göze kalınsın,
Baharın geldiği anlaşılsın.

23 MART 2019           HASAN K.















22 Mart 2019 Cuma

AYRILMALIYIZ, ŞİİR



AYRILMALIYIZ


Biz birlikte olamayız,
Ayrılmalıyız.
Ayrı dünyaların insanlarıyız,
Sen zenginsin, bense fakir,
Sen ay’da dolaşıyorsun, bense yaya,
Sen orada, ben burada,
Kavuşmamız olanaksız be ya.

08 ŞUBAT 2019      HASAN K.





HİÇ AYRILMAMALIYDIK, ŞİİR


HİÇ AYRILMAMALIYDIK


Bir elmanın iki yarısıydık,
Hiç ayrılmamalıydık.
Ne oldu bize böyle,
Neden ayrıldık,
Ortada kaldık,
Kandırıldık.
Aslında tereyağı ile bal gibiydik,
Sevilen ikiliydik,
Demir ile Çimento gibi,
Birbirimize bağlıydık,
Kalpten nikahlıydık,
Alnı yazılıydık,
Hiç ayrılmamalıydık.
Ne oldu bize?

08 ŞUBAT 2019                HASAN K.






 

21 Mart 2019 Perşembe

BİR DOLUNAY AKŞAMI, ŞİİR



BİR DOLUNAY AKŞAMI


Bir dolunay akşamında seninle ben,
İndik el ele Galata Kulesi'nden.
Yürüdük sahile doğru,
Geçtik Galata Köprüsü'nden,
Baktık Boğaza Eminönü'nden.
Gecenin o aydınlığında,
Sahilde yürüdük,
Denizde oluşan yakamozları gördük,
Birbirimize gösterip zıplayan balıkları,
Şen kahkahalarda güldük.
Kız Kulesi'ni karşımıza aldık,
Oturduk banklara,
Arkamıza yaslandık,
Birbirimize sarıldık,
Nefeslerimizde ısındık.
Gözlerimiz buluştu,
Ama biz ayrıldık.
Dolunay deyince ben,
Aklıma gelirsin hep sen,
Gecenin aydınlığında gözlerine bakarken,
Geçmiştim kendimden,
O gözleri tekrar görmek için ben,
Neler vermezdim eskiden.
Şimdi çok seneler geçti üstünden,
Ama, her dolunay akşamı yine ben,
Hala o gözleri hatırlarım gün batarken.

19 MART 2019                   HASAN K.











20 Mart 2019 Çarşamba

SESSİZ İZLEYİCİ GÖZÜYLE, SOHBET


SESSİZ İZLEYİCİ GÖZÜYLE


Muğlak Sessizlik şiirimdeki gibi bir hava var. 106 bölüm az değil. Herkes yorgun, argın. Türkçe alt yazı izliyorlar belki ama iki üç satır yazmaya gönülleri el vermiyor. Neden? Bittiiiii. Neyin yorumunu yapalım artık gibi bir şey. Zaten bu muhterem herkes adına yapıyor. Maşallah sayfayı kaplamış. Her yer Hassann'dan geçilmiyor. Sanki My Only One yöneticisi, sahibi. Paramı alıyor ne? Bir de üstüne reklam yapıyor. Az sonraaa veya yeni dizimiz filan, böyle şeylerle ilgi mi çekiyor? Var birşeyler ama ne? Ben kesinlikle menfaati olduğunu düşünüyorum. Yoksa bir insan bu kadar şeyi niye yapsın ki.
Mesela bunu bir dergi veya dizi/film tanıtım sitelerinde, ya da magazinlerinde yapsa çok kazanır herhalde. Buradan az da olsa bir şeyler alıyor gibi. Ben öyle anladım. Artık bilemiyorum. Ben gördüğümün yalancısıyım.
Mesela niye BABEL dizisinde yapmıyor bunları. Ya da “Legal Hihgh”da filan, HIT dizilerden birinde, “Touch Your Heart”te. O diziyi çok sevdiğini ve birkaç bölüm çok övdüğünü filan duymuştum. Ben olsam ona yatırım yapardım. Hem de seyirci sayısı çok fazla. Bunu bizim gibi üç beş kişi izliyor. Yanlış yer seçmiş. Böyle giderse kovulur bu adam. Yazık. Çok da yazıyordu yav. Hiç üşenmeden, bir de şiirler, skeçler,sanki onun Bloğu. Biz de mecburi okuyanlardanız. Kaç kere şikayet edeyim dedim de sonra herhalde bu kadar taviz varsa onların adamıdır, bulaşmayayım dedim. Tahminim kesin öyle. Ama iyi saklıyor kendini. Birkaç da yanına insan bulmuş, bunu fişekliyorlar ha bire. Yazdıkları da bir şeye benzese bari. Tırışkadan nağmeler. Kendi çalıyor, kendi oynuyor. Ben şimdiye kadar hiç katılmadım. Zaten bir tahmin yapıyor, yarısı boş. Şimdiye kadar bir kere mi ne tutturmuş. Bir de iyi izleyiciyim, üç kere izliyorum. Beş kere yorumluyorum. İçine girdim, senaristi tanıdım, anladım, yönetmeni tavladım filan diyor. Gülüyorum yav.
Madem bu kadar iç içesin bari senaryoyu sen yaz dedim. Demez olaydım, adam bir yaz, bir yaz. Durduramadık. İki üç dizi senaryosu yazmıştır şimdiye kadar. Bir daha mı dedim tövbe. Durup dururken başıma iş alıyordum az kalsın. Neyse, bitti de kurtulduk.
Yani demem o ki, benim sessizliğimin nedeni bu. Şimdi bir ses versem hemen atlar. O yüzden sessizliğimi koruyorum. Aman siz de koruyun. Bu adam “Muğlak Sessizlik” demiş ama bence “Derin Sessizlik”. Kuzuların Sessizliği gibi bir şey. Ne demekse. Yani aman diyeyim çıt çıkarmayın. Sakın ola yorum filan yapmayın, tıklamayın da. Uyandırmayın...

19 MART 2019                                HASAN K.











14 Mart 2019 Perşembe

YORULDUM, ŞİİR


YORULDUM
 


Sana gelmek için bir rüyada yürüdüm durdum,
Seni görmek için o rüyadan uyanmak istemedim,
Kudurdum durdum.
Uyandığımda ise geçmişti zaman,
Yel gibi esmek istedim , olmadı imkan,
Çünkü yavaştım, yürüyemiyordum,
Terliyordum buram buram.
O zaman keşke seni çağırsaydım,
Sen bana koşarak gelirdin,
Biliyorum.
Yolunu kaybetsen bile
Çok uzun sürse bile
Yine de gelirdin.
Ama ben;
Artık seni rüyalarımda bile özlemekten,
Yoruldum.
Uzaklara bakmaktan, bekleyip durmaktan,
Böyle savruk yaşamaktan,  
Çok yoruldum.
Geleceksen gel artık,
Ben gerçekten yoruldum…

06 MART 2019                   HASAN K.